Ana içeriğe atla

Köksüz Modern Medeniyet İnşasında İslam Ve Tekfir

Allah’ın adıyla

19. yüzyılda kendisini gösteren kültürel modernizm ile birlikte tüm dünyanın geçmiş ve gelecek algısı yeniden inşa edilmiş ve toplumlar bu yeni algı ile hayat şekillerine yön vermeye çalışmışlardır.Gelişmiş ve medenileşmiş bir dünya hedefi ile tüm maddi ve manevi imkanların seferber edilerek çok kolay bir şekilde harcandığı modernizasyonda toplumlar kendi değer ve kültürleri ile çetin bir mücadele vermiş ve medeniyet kavramı ancak ve ancak geçmiş ve kültür ile olan bağın ortadan kalkması yoluyla sağlanır olmuştur.
Kendisini sanayi devrimleri ile gösteren burjuva sınıfı ilerlemenin önünde tek engel olarak gördüğü feodal yapıya savaş açmış ve bu yapıyı oluşturan tüm dini, kültürel ve geçmiş tecrübeleri yok sayarak medeniyet temellerini köksüzlük ve anlamsızlık kavramları üzerine bina etmiştir.Batının büyük orta çağ karanlığından çıkış yolu olarak ele alınan bu köksüz medeniyet inşası, sınırlarını genişletmiş ve özellikle 20 yüzyıla geldiğimizde kendisini post modern bir düşünce ile tüm dünyaya ihraç etmiştir.
Tüm tarihin ve medeniyetlerin beşiği ve kökü olan doğu toplumları ise sınır tanımayan ve kapitalist bir zihniyet ile var olmaya çalışan modernizasyon karşısında, ilerlemenin ve uygarlaşmanın kaynağı olarak kendi kültürel ve dini kavramlarını yok sayma veya yeniden yorumlama ihtiyacı hissetmiştir.Bilimin emperyalistleşmesine ve bunun sonucu olarak ahlaki yozlaşmalara neden olunan yeni dünya sisteminde var olan toplumsal sorunlar sosyolojik çıkarımlar ve tezler içerisinde bir çok farklı açıdan ele alınırken, bu sorunların kaynağı hiçbir zaman modern ilerleme ve köksüzleştirilmiş medeniyet anlayışı olarak görülmemiştir.
Elbette bu modernize çalışmalarının özellikle İslam toplumları ve medeniyeti içerisinde yaşadığı çatışma ve buna yönelik gelişen yorum ve düşünceler kendisini farklı kültür ve toplumlarda aynı düzeyde göstermemiştir. Bazen İslam toplumları içerisinde entelektüel ve aydın sınıfı ortaya çıkartan bu ilerleme anlayışı gelenekselliğe ve kültüre açmış olduğu savaş ile kendisin var etmiştir. Ancak bu çatışma durumu modernizasyonun İslam toplumlarında ortaya çıkarttığı ve bir yönü ile de yeni dünyayı anlama şekli olarak görebileceğimiz bir durum iken, kültür ve gelenek ile mücadele her zaman İslam toplumlarında aydın ve entelektüel bir zümre oluşturmamıştır.
Öncellikle İslam’ın gelenekselleşmesi ile İslami kültür ve medeniyet inşası tamamen farklı konulardır. Kendi zamanını anlamaya çalışan her Müslüman aynı zamanda bu anlam mücadelesi içerisinde geleneksellikten uzak ve akademik bir zihin yapısına sahip olmalıdır. Ancak ince bir çizgi olarak görebileceğimiz bu anlam mücadelesi içerisinde İslam’ın kendi kültür ve medeniyetinden ayrılmamalı ve var olan çalışmalarını İslamileştirme çabası içerisinde olmalıdır.Bu anlamda yeni dünyanın modernize edilişine karşı toplumları ve tüm değerleri İslamileştirme mücadelesi içerisinde olan anlayış ve yorumlar bir çok kez kendisini aydın olarak değil tekfirci olarak göstermektedir.19. yüzyılda ortaya çıkan modern köksüz medeniyet hedefi İslam toplumlarında İslam kültür ve medeniyetine savaş açan aydın zümreler meydana getirdiği gibi yine İslam kültür ve medeniyetine savaş açan IŞİD gibi uluslararası tekfire dayalı anlayışlarda icat etmiştir.
IŞİD gibi tekfirci zihniyet kendi tekfir birikimi ile birlikte var olan tüm İslami medeniyet ve kültürüne karşı çıkarak Mevlana, Yunus Emre, İbni Sina gibi İslam toplumlarında sevilen ve kabul gören tüm dini ve kültürel şahsiyetleri de tekfir ederek sanayi devrimi ile kendisini gösteren burjuva sınıfının inşa etmeye çalıştığı toplum yapısının İslami bir tezahürü olmuştur.Sonuç olarak batının tamamen dini ve kültürel değer yargılarından uzak modern ilerleme anlayışı her zaman toplumsal sorunların asli kaynağı olurken İslam toplumlarında kendisini gösteren bu anlayış ise bazen aydın zümrelerin kaleminde ve dilinde kendisini gösterirken bazen ise tamamen kana susamış tekfirci zihniyetlerin elinde bir kılıç ve silah olarak görülmüştür. Bu anlamda IŞİD terörü bir o kadarda modern ve köksüz bir medeniyet anlayışıdır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Köhneleşmiş Hamasetler

Müslümanlar olarak modern, seküler kesinliklerin kültürümüzün, yaşantımızın ve kurduğumuz tüm ilişkilerin içerisinde yer alıyor olması, bizlerin büyük bir zihinsel çöküş ve derin bir kültürsüzlük yaşamasına neden olmaktadır. Modern ve aydınlanmacı paradigmalar üzerinden zihin dünyamızı ve beraberinde kültür yaşantımızı direniş gerçeğinden soyutlayarak, pragmatist ve statükocu bir renge bürümekteyiz. Tarihe sorular sormayı terk etmiş bir toplum halini alırken, İslam-i dili ve duruşumuzu kaybederek zihinsel dünyamızı hareketsiz bırakmakta ve kendi gündeminden uzakta geçmişçilik ile romantizm yaşamaktayız. İçinde bulunduğumuz romantik öykülenme ve ardı sıra gelen tekrarlar zihinleri muhafazakarlaştırarak düşünsel tembelliğe neden olmaktadır. Düşünsel ve siyasi tüm sorun ve krizlere geçmişin ufkundan bakarken, toplumda yapısal değişimler ve dönüşümler sağlanamamakta. Modern,seküler ve neoliberal kesinlikler üzerinden bir hayat geliştirirken İslami bir medeniyet ve yaşantıdan bahset

Holokost Endüstrisinin Filistin'i İşgal Tohumları

Yeni dünya düzeni kendi tarihini yalanlar ve iftiralar üzerine bina ederek, istediğini şeytanlaştırmakta ve istediğini dünyanın en mazlumu gösterebilmekte. Bunu yaparken elde ettiği bilimsel ve teknolojik kazanımları kullanarak birer işgal ve sömürü malzemesi olarak gördüğü sulta sistemini ve kurumlarını diğer halklara dayatmaktadır. Bu yeni dünya düzeninin sahipliğini yapanlar ise bugün adına” uluslararası toplum” dediğimiz ve kendilerini dünya halklarının egemeni olarak gören sulta sisteminin kendisidir. Şeytanları melekleştiren bu sistem, yeryüzünün hamiliğine soyunmakta ve yeryüzünde bozgunculuk çıkartarak kendisini iyiliği emredenlerden göstermekte. Şehid Mutahhari (r.a.) bir hikaye nakleder ve der ki: “Köylerinde minare olmayan ve ömürlerinde hiç minare görmemiş olan bir kaç köylü, hayatlarında ilk defa şehre giderler. Daha önceden minarenin adını dahi duymadıklarından ve ne olduğuna dair bir fikir sahibi olmadıklarından dolayı karşılarına çıkan caminin minaresini görü

ADİL DÜNYA İNANCIMIZIN KURBANLARI

Dünyanın genel işleyişine dair çok keskin ve derin bir adalet inancımızın olduğu aşikar. Sosyal psikolojide buna verilen isim “Adil dünya inancı!” Burada kast edilen ise adaletsizliği en aza indirgemek veya onu yok etmek değil, tam tersi sistemin adil olduğuna dair inancını korumak için adaletsizliği desteklemek veya kurbanı suçlamaktır. Gördüğün bir mazlumun elinden tutabildiğin kadar adilsin. Eğer tutamıyorsan, gördüğün o mazlum senin için artık bir mazlum değil! Senin ve benim adil dünya inancımı zedeleme çalışan bir virüs. O halde mazlum diye gördüğümüz bu adamın mazlumiyeti hakkettiği için başına gelmiştir! “Herkes bu hayatta ne ekerse onu biçer.” Yani dünyada adaletin hakim olduğuna ve adil bir sistem ve çarkın işlediğine dair derin bir inançtan bahsediyoruz. Adil dünya inancı ileriye dönük bir hedef veya program değil düzenin zaten adil olduğuna iman etmektir. Bu inanç kişisel anlamda değerlendirildiğinde insanlar için faydalı olabileceği varsayılan bir kur