Müslümanlar olarak modern, seküler kesinliklerin kültürümüzün, yaşantımızın ve kurduğumuz tüm ilişkilerin içerisinde yer alıyor olması, bizlerin büyük bir zihinsel çöküş ve derin bir kültürsüzlük yaşamasına neden olmaktadır.
Modern ve aydınlanmacı paradigmalar üzerinden zihin dünyamızı ve beraberinde kültür yaşantımızı direniş gerçeğinden soyutlayarak, pragmatist ve statükocu bir renge bürümekteyiz. Tarihe sorular sormayı terk etmiş bir toplum halini alırken, İslam-i dili ve duruşumuzu kaybederek zihinsel dünyamızı hareketsiz bırakmakta ve kendi gündeminden uzakta geçmişçilik ile romantizm yaşamaktayız. İçinde bulunduğumuz romantik öykülenme ve ardı sıra gelen tekrarlar zihinleri muhafazakarlaştırarak düşünsel tembelliğe neden olmaktadır. Düşünsel ve siyasi tüm sorun ve krizlere geçmişin ufkundan bakarken, toplumda yapısal değişimler ve dönüşümler sağlanamamakta.
Modern,seküler ve neoliberal kesinlikler üzerinden bir hayat geliştirirken İslami bir medeniyet ve yaşantıdan bahsetmek büyük bir çelişki olacaktır. İlahi vahye dayalı bir dil geliştirmek ve yeniden bir düşünce inşasına girişmek Müslümanların içinde bulunduğu trajediler, ağır mahkumiyetler ve acılar karşısında zaruri bir meseledir.
İçinde bulunduğu kaos ve kronikleşmiş delilikleri mezhep ve fıkıh temelli kişisel sınırlı alanlarda çözmeye çalışmak ve bunu hikayeleştirmek var olan ağır sorunlara kayıtsız kalmaya ve yeni bir söylem geliştirememeye sebep olmaktadır. Farklı tezahürlerde kendisini gösteren bu kabilecikler kimi yerde reform ve kimi yer de geleneksel radikallikler ile totemleşmekte, ülkeleri ve Müslümanları mezhep, ulus ve kavim gibi kavramlar ile birbirinden ayrıştırmaktadır.
Çevresine karşı kayıtsızlaşan ve sorumluluktan uzak tüm eylem ve sözler her geçen gün toplumsal ahlak tanımının dışına çıkmakta ve Müslümanlar birer kabile mensupları halini almakta. Kendi ufuklarını mensubu oldukları kabileler ile sınırlayan bu tebaalar nasıl bir medeniyet iddiasında bulunabilir?
Zihinsel edilgenlikten kurtulamadıkça, devrimsel fikir mülahazaları gerçekleşmedikçe büyük fikirler, felsefeler ve edebiyatlar üretemeyiz. Dışarıdan dayatılan modern rasyonaliteler toplumları baskı altında tutarak bizleri ticari mülahazalara, kar-zarar hesaplarına ve çıkar tuzağına mecbur bırakmaktadır. Dünyaya açılmak, dünya ile barışmak ve açık bir toplum halini almak adına neolibarelleşen toplumlar, sadece ticari pazarlarını ve ceplerini değil zihin ve düşüncelerini de satılığa çıkartmakta ve gerekirse hiç düşünmeden fikirlerini özelleştirmektedir. Bunun karşısında ise ilke ve değerleri üzerine değil cehalet temelli taassuplaşan, tek amacı var olanı muhafaza etmek olan söylemler; kendilerini edilgenlikten kurtarmak adına hiç olmadığı kadar radikalleşmekte.
Köhneleşmiş hamasetler, popülizmini kaybetmiş ideolojiler ve bütünüyle iflas eden nostaljik, romantik hikayeler içerisinde, umudunu kaybetmemiş ve adalet güneşinin doğuşunu azimle bekleyen gruplar, halklar ve toplumlar inşa etmeliyiz.
Yorumlar
Yorum Gönder