Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ağustos, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kürt/Kürdistan Gerçeği Neden 2. İsrail Projesi Oldu

Allah'ın Adıyla Modern ulus devletlerin tek tek doğmaya başladığı yıllardan bugüne değin Batı Asya toplumları için kanaya bir yara ve bir türlü çözüm üretilememiş kriz olarak görülen Kürt/Kürdistan gerçeği, bugünlerde  akademik sivil toplum çalışmaları, insan hakları faaliyetleri ve sempozyum/konferanslar düzleminde değil askeri/güvenlik politikaları ve yöntemleri ile algılanmakta ve çözüm üretilmeye çalışılmaktadır. Irak Kürt Bölgesel Yönetiminin Kuzey Irak’ta referandum kararı alması ile birlikte Paris, Londra, Berlin, Washington, Moskowa, Kopenhag ve Erbil gibi başkentlerde “Bağımsızlık, Olanaklar, Engeller…” konulu konferanslar, sempozyumlar verilerek Kürt halkının bağımsızlık arayışları sivil toplum kurumları ve akademik çevre tarafından ilmi düzlemde tartışılırken bölgedeki diğer halklar tarafından bu konu devletçi reflekseler ve milliyetçi duygular ile karşılanmakta. 1920’lerde Emperyalist sömürgeci devletler tarafından şekillenen Batı Asya’da ki statükoda, Kürt

Köhneleşmiş Hamasetler

Müslümanlar olarak modern, seküler kesinliklerin kültürümüzün, yaşantımızın ve kurduğumuz tüm ilişkilerin içerisinde yer alıyor olması, bizlerin büyük bir zihinsel çöküş ve derin bir kültürsüzlük yaşamasına neden olmaktadır. Modern ve aydınlanmacı paradigmalar üzerinden zihin dünyamızı ve beraberinde kültür yaşantımızı direniş gerçeğinden soyutlayarak, pragmatist ve statükocu bir renge bürümekteyiz. Tarihe sorular sormayı terk etmiş bir toplum halini alırken, İslam-i dili ve duruşumuzu kaybederek zihinsel dünyamızı hareketsiz bırakmakta ve kendi gündeminden uzakta geçmişçilik ile romantizm yaşamaktayız. İçinde bulunduğumuz romantik öykülenme ve ardı sıra gelen tekrarlar zihinleri muhafazakarlaştırarak düşünsel tembelliğe neden olmaktadır. Düşünsel ve siyasi tüm sorun ve krizlere geçmişin ufkundan bakarken, toplumda yapısal değişimler ve dönüşümler sağlanamamakta. Modern,seküler ve neoliberal kesinlikler üzerinden bir hayat geliştirirken İslami bir medeniyet ve yaşantıdan bahset

Tevhidi Siyaset

Allah'ın adıyla Son yıllarda hayatımızın değişik alanlarında siyasi güç sahiplerinin neden olduğu bir monopollleşme(tekel) durumu yaşanmaktadır.Siyaset;din,tarih,kültür ve dış politika gibi günlük yaşamımıza etkisi olan konuların bir çoğunda belirli bakış açısını egemen kılmaktadır. Siyasi-politik güçler,sadece parti programı ile sınırlı tercih edilen örgütler olmaktan çıkmakta ve bireylerin;dini inanç,tarih,kültür ve dış politika gibi algılarını da belirleyen merkezi otorite haline gelmektedirler. Zamanla nicel olarak bireylerin tercihlerine göre güçlerini artırarak kitlesel baskın güç haline gelen siyasi iktidarlar,farklı inanç sahiplerinin yaşam alanlarını daraltmaktadırlar. Ekonomik yaşam içinde tartışma konusu olan “monopol” kavramının,siyasi ve sosyal alanlarda da analiz konusu yapıldığını görmeye başladık. İktisadi olarak güçlü sermaye sahiplerinin,tüm üretim araçlarını satınalarak veya başka yolla ellerine geçirmesi sonucunda diğer üretim sahiplerinin üretim ve pazar

İlmin Sığlaşması ve Akademik Düşüncenin Önemi?

Allah’ın adıyla Hiç şüphesiz ilmin öğrenilmesi ve yaygınlaştırılması her Müslümana farz olduğu gibi ilmin sosyal farkındalık ve fayda sağlaması da zaruri bir gerekliliktir.İlmin bu anlamdaki önemi ve rolü özellikle İslam tarihi ve düşüncesi içerisinde kendisine yer bulmuş ve Müslümanlar tarafından hassasiyet ile karşılanmıştır. Ancak üzerinde düşünmemiz ve ele almamız gereken husus ilmin zaman içerisinde özellikle 19. yy. ile birlikte bilimsel bir zemin kendisine oluşturması ve aynı zamanda ilmin, bilim ile karşı karşı karşıya yorumlanıyor olmasıdır. Genel bir algı olarak karımıza çıkan ilmin İslami ve irfani kaynaklar ile anlaşılması iken bilim tecrübelere dayalı maddi yorumlar ve çıkarımlar ile ele alınmıştır. Bu ayrım özellikle bilimin sermayeleştirilmesi ve endüstriyel bir zemin oluşturması ile birlikte kendisini gösterir iken aynı zamanda ilmin ise kendi alanını sığlaştırması ve tarihsel determinizmden kurtulamaması bu ayrımda önemli bir etken olmuştur.Klasik anlamda 1934 yılın

Köksüz Modern Medeniyet İnşasında İslam Ve Tekfir

Allah’ın adıyla 19. yüzyılda kendisini gösteren kültürel modernizm ile birlikte tüm dünyanın geçmiş ve gelecek algısı yeniden inşa edilmiş ve toplumlar bu yeni algı ile hayat şekillerine yön vermeye çalışmışlardır.Gelişmiş ve medenileşmiş bir dünya hedefi ile tüm maddi ve manevi imkanların seferber edilerek çok kolay bir şekilde harcandığı modernizasyonda toplumlar kendi değer ve kültürleri ile çetin bir mücadele vermiş ve medeniyet kavramı ancak ve ancak geçmiş ve kültür ile olan bağın ortadan kalkması yoluyla sağlanır olmuştur . Kendisini sanayi devrimleri ile gösteren burjuva sınıfı ilerlemenin önünde tek engel olarak gördüğü feodal yapıya savaş açmış ve bu yapıyı oluşturan tüm dini, kültürel ve geçmiş tecrübeleri yok sayarak medeniyet temellerini köksüzlük ve anlamsızlık kavramları üzerine bina etmiştir.Batının büyük orta çağ karanlığından çıkış yolu olarak ele alınan bu köksüz medeniyet inşası, sınırlarını genişletmiş ve özellikle 20 yüzyıla geldiğimizde kendisini post modern b