Yeni dünya düzeni kendi tarihini yalanlar ve iftiralar
üzerine bina ederek, istediğini şeytanlaştırmakta ve istediğini dünyanın en
mazlumu gösterebilmekte. Bunu yaparken elde ettiği bilimsel ve teknolojik
kazanımları kullanarak birer işgal ve sömürü malzemesi olarak gördüğü sulta
sistemini ve kurumlarını diğer halklara dayatmaktadır.
Bu yeni dünya düzeninin sahipliğini yapanlar ise bugün
adına” uluslararası toplum” dediğimiz ve kendilerini dünya halklarının egemeni
olarak gören sulta sisteminin kendisidir. Şeytanları melekleştiren bu sistem,
yeryüzünün hamiliğine soyunmakta ve yeryüzünde bozgunculuk çıkartarak kendisini
iyiliği emredenlerden göstermekte.
Şehid Mutahhari (r.a.) bir hikaye nakleder ve der ki:
“Köylerinde minare olmayan ve ömürlerinde hiç minare görmemiş olan bir kaç
köylü, hayatlarında ilk defa şehre giderler. Daha önceden minarenin adını dahi
duymadıklarından ve ne olduğuna dair bir fikir sahibi olmadıklarından dolayı
karşılarına çıkan caminin minaresini görünce hayranlıkla ona bakakalırlar.
Minareyi ağaç sanan köylüler böyle bir ağacın kendi köylerinde de olması
gerektiğini düşünürler ve bu ağacın tohumunu elde etmeye niyetlenirler. Bunu
farkeden şehrin “uyanıklarından” biri köylülere havuç tohumunu verir -ki
köylüler o güne kadar havuç ta yetiştirmemiştir- ve “bunu ekerseniz bundan ağaç
çıkacaktır” der. Tohumu elde etmenin sevinciyle köylerine dönen köylüler havuç
tohumunu hemen toprağa ekerler. Sularlar, bakımını yaparlar. Fakat aradan bir
kaç ay geçmesine rağmen minare ortaya çıkmaz. Aksine yeşil otlar çıkar
tarladan. Sonunda merakla o otları çeken köylüler havuçla karşılaşınca “biz
tohumları ters ekmişiz, o yüzden göğe yükseleceğine yere uzanmış” derler. ”
Bugün içinde yaşadığımız küresel dünyanın şehirli
uyanığına karşı mücadele vermeye çalışan veya şehirli uyanığın minaresine gıpta
ile bakan bizlerin durumu, ektiği tohumdan minare çıkmasını bekleyen köylüden
farksız.
Henüz kandırıldıklarından ve sömürüldüklerinden dahi
habersiz olan bu insanların sulta sistemine karşı nasıl mücadele edeceklerini
beklemek büyük bir zaman kaybı ve hüsran olacaktır. O nedenle özellikle İslam
coğrafyasının nasıl sömürüldüğünün ve neler ile kandırıldığının bilincinde
olması gerekir. Bu ise sulta sistemi ile mücadeleyi sadece askeri alanda değil
akademik, kültürel, siyasi ve toplumsal her alanda genişletmemiz gerektiğini
göstermekte.
Sulta sisteminin kullandığı ve diğer halklara baskı
yaparak kendi yaptırımlarını uyguladığı önemli bir silah insan hakları söylemi
ve buna mukabil soykırım aldatmacalarıdır. Kendi minaresini köylülere ağaç
tohumu olarak pazarlayan bu uyanıklar egemenliklerini devam ettirebilmek için
yalanlardan ibaret kendi tarihlerini yazmakta ve bazen daha ileri giderek “soykırım
endüstriliğine” girişmekteler.
Söz konusu soykırım sanayisinin miladı olarak görebileceğimiz
“Holokost endüstrisi” ise Filistin topraklarına ektiği yalan tohumlarıyla
bugünkü Siyonist İsrail rejiminin doğmasına neden olmuştur. Hitler’in
Yahudilere yönelik sistematik soykırım ve katliam iddialarına verilen bu isim,
2. Dünya Savaşı sonrasında Siyonizm’in devletleşebilmesi ve Filistin
topraklarını işgal ederek kendi sömürü düzenini kurabilmesi için İsrail’in
temel tezini oluşturmuştur.
Holokost endüstrisi sulta sistemi tarafından o kadar kutsanmıştır
ki onu inkar etmek veya doğruluğunu araştırmak Avrupa’da yasaklanmış ve inkar
edenler ağır cezalara çaptırılmıştır. Siyonist lobiler ve işbirlikçileri,
Holocost’a ilahi ve mucizevi anlamlar yükleyerek, olayın tartışılmasına dahi
karşı çıkmaktalar.
Holokost olayı sadece 6 milyon Yahudi’nin fırınlarda
yakılması ve gaz odalarında topluca öldürülmüş olması iddiası veya inancını
değil, karmaşık ve çok boyutlu siyasi, ekonomik, mali, ticari ve güvenlik
boyutu taşır. Nitekim Avrupalı ülkeler özellikle Almanya şirketleri ve devleti,
öldürüldükleri iddia edilenlerin evlat ve mirasçıları adına İsrail’e külfetli
miktarda bağış ve tazminat ödemektedirler.
Tabi bu işin Avrupa ayağı!
Holokost endüstrisinin 1948 yılından bugüne kadar haksız
yere en ağır bedelini ödeyen mazlum
Filistin halkı olmuştur. Hitler’in Yahudilere yönelik katliam ve soykırım
iddiaları gerçek dahi olsa, bunun bedelini neden 2. Dünya Savaşında hiçbir rolü
ve etkisi olmayan Filistin halkı ödesin?
2. Dünya Savaşı sırasında anne ve babası tutuklu bulunan
Yahudi Prof. Dr. Normen Fingeleştain’in belirttiği gibi, Holokost endüstrisi
kurulmuş ve bu olay İsrail’i besleyen bir gelir kaynağına dönüşmüştür. Bu
endüstrinin en büyük bedeli ise mazlum Filistin halkına ödetilmiş ve Siyonist
İsrail rejimi Avrupa’da yaşanmış ölümlerden Arapları sorumlu tutarak Siyonist
rejimin kurulmasına Holokost’u gerekçe göstermiştir. Fransa Lyon
Üniversitesinden Prof. Robert Faurisson da Yahudi soykırımını sorgulayan bilim
adamlarından biridir. 1970 yılında, Holokost’un büyük ölçekte bir “aldatmaca”
olduğu sonucuna varır.
Faurisson bu çıkışları nedeniyle Fransız ve Avrupa
kamuoyunda büyük tepki görür. 1990 yılında çıkarılan bir yasayla Holokost’un
Fransa’da reddedilmesi yasaklanır. Akabinde 1991de Faurisson üniversiteden
kovulur. Bunun üzerine Faurisson “İnsan Hakları Komitesi”ne başvurur. Holokost
yasasının “Uluslararası Bireysel ve Siyasal Haklar Antlaşması”na, insan
haklarına, düşünce özgürlüğüne aykırı olduğunu belirtir. Ancak, İnsan Hakları Komitesi antisemitizmi önlemek
için böyle bir yasanın gerekli olduğunu açıklar, Faurisson’un başvurusunu kabul
etmez.
Faurisson 2005 Şubatında İran televizyonunda yaptığı bir
konuşmada Holokost’u yadsıdığı için mahkum olur, 3 ay göz hapsi ve 15.000.
dolar para cezasına çarptırılır. Buna rağmen, Aralık 2006 da İran İslam
Cumhuriyeti tarafından düzenlenen “Holokost’un Küresel Vizyonunu Gözden Geçirme
Konferansı”nda görüşlerini yeniden savunur, bugüne kadar kimsenin çıkıp da
kendisine Nazilerin gaz odalarından bir tekini bile gösteremediğini belirtir.
İran İslam Cumhuriyetinin bu konudaki çalışmaları da
Siyonizm ile mücadelede İsrail’in temel argümanını çürütme bağlamında önemli
bir role sahiptir. Bu alanda akademik ve bilimsel çalışmalar artırılmalı ve
alanında uzman tarihçiler tarafından tüm yasak ve cezalara rağmen bu konu
ciddiyetle araştırılmalıdır. Siyonist İsrail rejimi ile mücadele askeri alanda
olduğu kadar kültürel, siyasi ve
akademik alanlarda da sürdürülmelidir.
Yorumlar
Yorum Gönder