Ana içeriğe atla

AYLA FİLMİNDE GÖRÜLMEYEN KORE!


Yönetmenliğini Can Ulkay'ın yaptığı Ayla filmi, 1950'lerde Kore Savaşı'na katılan Türk askerlerinden  Astsubay Süleyman Dilbirliği’nin hikayesini anlatıyor. Bu hikaye her ne kadar Kore savaşındaki Amerikan vahşetini küçük bir çocuğun mazlumiyeti ile unutturmaya çalışsa da bizlere düşen pay hikayenin kamera arkasını görmeye çalışmak.
Filmin hikayesinden kısaca bahsetmek gerekir ise Astsubay Dilbirliği, savaşta ailesini kaybetmiş küçük bir kız çocuğunu sahiplenerek ismini Ayla koyuyor. Bundan sonra gelen filmin ana konusunda ise Koreli küçük Ayla ile kurulan duygusal bağa işaret edilmekte. Elbette Ayla ile Astsubay Dilbirliği arasındaki bu bağ Türk ordusunun Kore’de gösterdiği kahramanlıklar üzerinde de sahnelenmekte.
Film Amerika için tam bir oscarlık ve iyi bir propaganda malzemesi!
Küçük bir çocuğun mazlumiyeti ve bir Türk askerinin merhameti üzerinden unutturulmaya çalışılan Kore katliamı ve vahşeti…
Unutturulan sadece Amerikan emperyalizminin Kore’deki katliam ve vahşeti değil, bununla birlikte milli ya da İslami kimlikleri ile emperyalizm tarafından araçsallaştırılan Türk aristokratlarıdır.
Kore savaşında milliyetçi ve dini tüm kimlikler motivasyon kaynağı olarak emperyalizmin hizmetine sunulmuştur.
Diyanetten alınan cihat fetvası ile Komünist Korelilere karşı savaşmaya gönderilen Türk ordusu!
Öyle ki Amerika’yı bir kenara bıraktığımızda Kore’ye asker göndereceğini duyuran ilk ülke Türkiye olmuştur.
Kore savaşında Türk Tugayının komutanı Tahsin Yazıcı anılarında aynen şu ifadeleri kullanmakta:
Ya Rabbi! Camilerde, kiliselerde, havralarda ve bütün iman mabedlerinde sana tapanlar, fiillerini vicdanlarını senden korkarak, senin buyruklarına uydurmak zarureti diniyesini duyanlar yepyeni bir mücadeleye atıldılar. Bu cihad-ı ekber, Allah diyenlerle dinsizlerin mücadelesi, adlin zulme karşı müdafaasıdır. Ya Rabbi sen Birleşmiş milletler ordularını muzaffer eyle.
Ya Rabbi! Şu büyük mezarlık Allah diyen kullarının kabristanıdır. İlk defa hilal ile salib [haç] elele vermiş bulunuyor. Şu hazin, fakat şanlı manzara bu hakikatin meşheri imanıdır. Bugün bütün çanlar ve ezanlar müminleri aynı gayeye davet ediyorlar..."
Aslında oscara da aday gösterilen Ayla filmi, Türk elitinin emperyalizmin takdirine ne kadar ihtiyaç duyduğu gerçeğini ve Batı karşısında yaşadığı aşağılık kompleksi ve duygusunu tekrar hatırlatması bakımından önem arz etmekte!
Türkiye’nin emperyalizm ile mücadeleye niyetlendiği bir dönmede bu tarihsel gerçeğin oscarlık bir film üzerinden hatırlatılması da bir o kadar manidar durmakta. Batı aydınlanması ve Amerikan liberalizminin zihinsel sınırları çizdiği bir dünyada, emperyalizmin her türlü ham ve ithal kimliği sömürü malzemesi olarak kullanması söz konusu tarihsel gerçeğin nasıl bir trajedi olduğunu göstermekte.
Kimi zaman bu ithal kimlikler Kemalizm’in altı oku oluverir kimi zaman da Müslümanları namaza çağıran ezan… Her ikisi de Amerika için gönüllü olarak Kore’de, Afganistan’da veya Suriye’de savaştırabilmekte.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Holokost Endüstrisinin Filistin'i İşgal Tohumları

Yeni dünya düzeni kendi tarihini yalanlar ve iftiralar üzerine bina ederek, istediğini şeytanlaştırmakta ve istediğini dünyanın en mazlumu gösterebilmekte. Bunu yaparken elde ettiği bilimsel ve teknolojik kazanımları kullanarak birer işgal ve sömürü malzemesi olarak gördüğü sulta sistemini ve kurumlarını diğer halklara dayatmaktadır. Bu yeni dünya düzeninin sahipliğini yapanlar ise bugün adına” uluslararası toplum” dediğimiz ve kendilerini dünya halklarının egemeni olarak gören sulta sisteminin kendisidir. Şeytanları melekleştiren bu sistem, yeryüzünün hamiliğine soyunmakta ve yeryüzünde bozgunculuk çıkartarak kendisini iyiliği emredenlerden göstermekte. Şehid Mutahhari (r.a.) bir hikaye nakleder ve der ki: “Köylerinde minare olmayan ve ömürlerinde hiç minare görmemiş olan bir kaç köylü, hayatlarında ilk defa şehre giderler. Daha önceden minarenin adını dahi duymadıklarından ve ne olduğuna dair bir fikir sahibi olmadıklarından dolayı karşılarına çıkan caminin minaresini görü

Köhneleşmiş Hamasetler

Müslümanlar olarak modern, seküler kesinliklerin kültürümüzün, yaşantımızın ve kurduğumuz tüm ilişkilerin içerisinde yer alıyor olması, bizlerin büyük bir zihinsel çöküş ve derin bir kültürsüzlük yaşamasına neden olmaktadır. Modern ve aydınlanmacı paradigmalar üzerinden zihin dünyamızı ve beraberinde kültür yaşantımızı direniş gerçeğinden soyutlayarak, pragmatist ve statükocu bir renge bürümekteyiz. Tarihe sorular sormayı terk etmiş bir toplum halini alırken, İslam-i dili ve duruşumuzu kaybederek zihinsel dünyamızı hareketsiz bırakmakta ve kendi gündeminden uzakta geçmişçilik ile romantizm yaşamaktayız. İçinde bulunduğumuz romantik öykülenme ve ardı sıra gelen tekrarlar zihinleri muhafazakarlaştırarak düşünsel tembelliğe neden olmaktadır. Düşünsel ve siyasi tüm sorun ve krizlere geçmişin ufkundan bakarken, toplumda yapısal değişimler ve dönüşümler sağlanamamakta. Modern,seküler ve neoliberal kesinlikler üzerinden bir hayat geliştirirken İslami bir medeniyet ve yaşantıdan bahset

Modern Psikoloji Mağduru Olmayın

Allah'ın Adıyla  Batılı tarih kaynakları modern psikolojinin kuruluş tarihini 1879 olarak kabul ederler. Modern psikoloji kurulduğu ilk günden bugüne kadar bağımsız bir bilim olmamıştır. Ve bugünde modern psikolojinin bilimsel tutarlılığı ve gerçekliği bir çok psikolog ve bilim insanı tarafından halen tartışılmakta. Modern psikolojinin bilimsel olup olmadığından daha öte bizler için önemli olan üniversitelerde ve eğitim kurumlarında hiçbir tartışmaya kapı aralamadan gençlere bilimsel hakikatler olarak dayatılan modern psikolojinin oluşturduğu tehdit ve tehlikelerdir. Sulta sisteminin kontrolünde hikmetsizleşen bilgi, Batı emperyalizminin doğruyu ve hakikati aramada kullandığı bir değerden öte, diğer toplumlar üzerindeki egemenliğini devam ettirmek için ürettiği, biriktirdiği ve kullandığı bir araç halini almıştır. Birçok ana akım profesyonel bilim dalı gibi psikoloji de bir disiplin olarak güç odaklarının devamlılığını sağlamak ve statükoyu korumada önemli bir role